Belki namaza ayarlamamaktan uykularımı
bu verimsiz günler, bu yeşilden uzak, bu zerdalisiz
bütün eylülleri uykuda kalarak tüketmelerim
İdeolojiler girdabında senelerce yol aradım kendime
Biri demedi ki dön kıbleye yüzünü, yürü
Varıp varacağın yer Allah’ın evi
Adı sanı yok uzakta bir şairdim
Ne kadar düşen yaprak varsa
Ne kadar kızıl yeşil sonbahar
Ne kadar çiçek ve kuş sesi ve kent yılgını varsa
Bir bir işledim kelimelerime
Demledim, beklettim, turkuaz sularla yıkadım
Göremediler yine de rengimi
Dokunamadılar sesime
Ne garip
Kalabalıklara seslenenin, duyulmak isteyenin
Yalnızlığın daimi misafiri olması
Bir film yapsam, tek konuşan kar ve rüzgâr olur
kızılderili yüzü kadar bilge ve sessiz istasyonlarda
Trenler tehir eder, raylara bir saksağan konar
Ben dalgın olurum, duvardaki yazı konuşkan:
İnsan mevsimlere aldanıyor
düşünmüyor ki onun bir baharı daha yok
tuvalet kapısındaki kim bilir hangi sıkılmışın yazısı
karşılık verir:
zaten trenlere hemen de sırt çeviren insan
zaten araba camında patlayan kelebekleri göremeyen insan
zaten mütemadiyen dünyayı pisleyen insan
bırak, bir baharı daha olmasın
bereket ölüm var
tabi yine de “ayrılık olmasaymış”
Otursam, diyorum, yüz sene ağlasam
Yusufçuklar kadar hafif olsam
Ve padişahlar gibi bitsem gitsem
Son sözlerim haince bulunsa
İrticayla bir tutulsa pişmanlığım
Bilseniz padişahım
daha gün batmadan unutuluyor aşklar
Canına yandığımın devrin aşkları
Neşet Ertaş’ın bir türküsünün sonunu bulmuyor
Bir gün çürük bir duvar gibi çökecek dünya
Habip UMUTLU