Bir zamanlar, İtalya’nın Val Veni vadisindeki bir köyde yaşamış bir sütçü kadın varmış. Kadının mavi gözleri, burnundaki çilleri ve kırmızı yanaklarıyla tıpkı babasına benzeyen bir de kızı varmış. Küçük kız her sabah erkenden kalkar, yüzünü yıkamak için evlerinin önündeki küçük dereye koşarmış. Orada annesinin otlayan ineklerine de tatlı bir günaydın demeden geçmezmiş. Kendi dillerince seslenmelerinden inekler de onu anlarmış küçük kıza bakarsanız. Bir sabah sütçü kadın bir tuhaflık hissetmiş evde. Kızının erkenden yataktan fırlayarak açtığı eski tahta kapının gıcırtısı yok! Hemen küçük kızın yattığı odaya koşmuş. O an gördüğüne inanamayan kadın az kalsın bayılıyormuş. O kırmızı yanaklarından eser kalmamış kızı tıpkı bir hayalet gibi, gözlerini tavana dikmiş öylece yatıyormuş. Kıza endişeyle seslenmiş, ama cevap alamamış. Korkuyla nefesini kontrol etmiş, hayatta olduğunu anlamış. Olduğu yere yığılan kadın o an dokuz yıl geriye gidivermiş. Eşini de aynı bu şekilde bulduğu, kısa bir süre sonra da ölüsünün başında ağladığı anlara. Amansız bir hastalığa yakalanmış genç adama hiçbir ilaç, hiçbir yöntem fayda etmemiş o zamanlar. Tavana dikili mavi gözleri bir sabah ebediyen kapanmış. Bunları hatırlayan genç kadın, kızının da aynı hastalığa yakalandığını anlayınca ağlamaya başlamış. Tam o sırada gözü, yatağın hemen başucunda, duvarda asılı resme ilişmiş. Resimde bir dağ ve tepesinde küçük mavi bir çiçek varmış. Dört yıl önce, babasının neden öldüğünü anlattıktan sonra kızı çizmiş bu resmi. Annesine sık sık bu resmi gösterir ve sadece çok yüksek, karla kaplı bir dağın tepesinde bulunan küçük mavi bir çiçekten bahsedermiş. Dünyada bir tane varmış ondan. Hayal gücünün geniş olacağı ta o zamanlardan belli olan küçük kız, bu çiçeğin babası gibi amansız hastalıklara yakalananları iyileştireceğini anlatır, her seferinde mavi gözlerinde garip bir ışıltı belirirmiş. Genç kadın gözyaşlarını silmiş hemen, yüzüne kararlı bir ifade takınmış. Kızının yanaklarından öpüp aceleyle dışarı çıkmış. Az ileride, derenin kenarında inekleri otlatan küçük kızın dedesine durumu bir çırpıda anlatmış ve göz açıp kapayıncaya kadar o çiçeği aramak için yola düşmüş. Yaşlı adam, kızının gözlerindeki umudu görünce onu yolundan alıkoyamamış. Sadece arkasından dua edebilmiş. Genç kadın biraz yürüdükten sonra başını yukarıya doğru kaldırmış ve gözlerini uzak bir noktaya dikmiş. Evinin karşısındaki Mont Blanc’a bakıyormuş. Karstenz Piramidi diye de bilinen bu dağın kuzeyi tamamen buzulluymuş. Güneyinde ise sarp sırtlar varmış. Kızının çizdiği resimdeki dağın burası olduğuna kendini inandıran kadın, kalbinin ta derinliklerindeki sevgi denen o enerjiyle tepenin en yüksek yerine ulaşmayı birkaç zorlu günün ardından başarmış. O günlerde yaşlı adam torununun başında oturur, ona annesinin çıktığı bu umut yolculuğunu anlatırmış. Küçük kızın kendisini duyduğuna inandığından, annesinin o resimdeki mavi çiçekle döneceğinden ve her şeyin düzeleceğinden bahsedermiş. Günler, hatta haftalar geçmiş, ama genç kadın dönmemiş. Yaşlı adam bir sabah ” Büyükbaba” sesiyle uyanmış. Torununun başında annesinin yolculuğunu anlattığı gecenin güneşli bir sabahında. Yaşlı adam duyduğu sese inanamayıp başını kaldırdığında küçük kızın ışıltılı mavi gözlerini ve kırmızı yanaklarını görmüş. Kız tatlı bir gülümseme ile ” Günaydın büyükbaba, annem henüz dönmedi mi?” diye sormuş. Yaşlı adam “Hayır kızım, ama sanırım o çiçeğe de gerek kalmadı. Tanrım sana şükürler olsun. ” demiş sevinçle. İki gün sonra kapıları çalınmış. Merakla kapıyı açan yaşlı adam, kızını aramaya giden dağcıyla karşılaşmış. Adam tepenin en yüksek noktasına ulaştığında genç kadının cesedini bulduğundan bahsediyormuş. Genç kadının yüzünde soğuktan mosmor olmuş dudaklarıyla bir gülümseme, sımsıkı yumduğu elinde ise küçük, mavi ve donmuş bir çiçek varmış. Mont Blanc’ın arka yamacında binlercesi olan küçük mavi bir çiçek. Bu hikayeyi anlatanlar, kadının yolculuğunda umduğunu bulduğunu, küçük kızı da umudun yaşattığını söylerler. Kadın dağdan inemese de yolculuğunu tamamlamış olduğu yorumunu yaparlar. Genç kadının o tepeye gömüldüğünü ve o küçük, mavi çiçeklere o günden sonra “umut çiçeği” denildiğinden bahsederler. Yıllar sonra dünyanın her yerine yayılan bu hikaye sayesinde Mont Blanc, genç kadının öldüğü bahar aylarında pek çok meraklı dağcıya konuk olur. Umuda yolculuk yapmak isteyen dağcılara.
…
Bu eserin telif hakkı yazarın (Tülin KİPER) kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.