AHRETLİK SULTAN SEKİZ MART İKİ BİN ON YEDİ SAAT ON ON DOKUZ….

Bahar rüzgarı çiçeğin dalından öğdül götürüyordu.Esen rüzgarın çömertliği tuttu ve nergisin avucuna pay olarak birkaç tane sarı toz zerreciği koydu. Nergis yapraklarını açtı..Şaşırmışçasına sarardı. Sanki önüne bilinmeyen bir zaman dilimi açılmıştı.Önünde kocaman demirden bir kafes vardı.Kafesin içinde küçük bir oğlan;ne bağdaki yeşillikten,ne dağdaki fidanlardan haberi vardı.Buraya kapatıldığı günden beridir günleri çekirgeler ayıklamaktaydı.Sanki başına tüm dünyanın gam kederi yağmaktaydı.
Bu kafes içindeki oğlan ‘Abdülhamit Han’’yani aslında olacaktı bir hakan.Ne yazıktır ki görünmez olmasın da isteyen bir hakan..
Bu kafese her gün bir tas çavuş aşı uzatılır önüne uzunca bir zaman.Çavuş aşı denilen şey:nohut,buğday,mercimekten kaynatılıp bu çocuğa sunulan.Zaman zaman yanağını tırmalıyor hırsından.Kuşların böğrünü yırtıcı bir sesle ciğergahı uzun uzun haykırır dururdu bir zaman.Yorulup bitkin düştüğü an;gümüş balığa benzeyen başparmağını alırdı ağzına uzunca bir zaman.Kalan dokuz parmak sanki ayakta bir asker gibi duruyordu o an.Zaman zaman da küçük bir şehiş gibi(güzel sesli küçük kuş)peri yüzlü bir kızın ardından şakıyıp duran.Akan zaman,duran zaman;bu kafesin ne işi vardı bu an!…Nergis bir öpüçük yolladı rüzgarla kafeste dolanıp duran bu küçük şehzadeye.Kafeste yüreği darlmıştı.Sevileri,,içinin kelebekleri hassasiyetini yitirdiğinden habersiz eskimeye başlamıştı yüreği.Düzlüğü keskin zamanın içinde kafesin içindeki loşluğa bakıyordu.Ellerini yüzüne kapattı uzunca süre.Dilinden dökülen dualar demir çubukta yankı yankı çoğaldı.Sarayın umursamaz tavanını aşıp Allah’a ulaşmıştı.İçindeki meyve tohumları çatlamaya başlamıştı.Doldurdu yüreğini dualarla.Duyunun en değişiğiyle donanmıştı çocuk yaşında.İçinde bir çınar büyüyordu.Yaprakları kocaman.günebakan gibi bakıyorlardı içinden.Bir kapıydı içi sürekli yumruklanan..Uzun saatler di saatleri kovalayan.Ah bu demir parmaklıklarda büyüyordu içindeki çınarla..Dağıtamaz mıydı içindeki hüznü gelen cariyeler.Umut bulutları getirselerdi koyunlarında.Bir ağlama,bir de kahkaha sokağı yaratmıştı demir kafes içinde.Kahkaha sokağında bir gülmedir başlıyor;fısıltılar içinde sanki çiçekler büyüyor.Ağlama sokağında hıçkırıklar parmaklıktan taşsalar da;gerili perdeler,kalın duvarlar arasında kaybolmaktalar.Kahkaha sokağında gezinir;içinde sanki bir yel gezinir,ne mehtap ne güneş şehzadeyi bilir,bir dert ki yürekler acısı.Demir ona o demire baktı.Demir ona bağırıyordu sanki.Boşuna değil yazgıların sabret;senin de özgürleşeceğin gün gelecek.Bekleyişin,umutlanışın biraz uzun sürecek.Demirler olsun sana doru tay;götür bunları yüreğindeki yaylalarda yay.Yıllar çabuk geçer şehzadem; boşuna değil bil ki geçen zaman. Çocukluğundan yavaş yavaş çıkıyorsun.Aynalardan habersiz büyüyorsun.Soluksuz kalmış,damarların tıkanmış,yakut gözlerin yaşarmış.Al eline demir asayı,giydirdiler ayağına demirden çarığı:Ayakların Süleyman ayakları.Hakka doğru giderken çocuk gözler artık manalı.Yansıtamaz bu mahpusluk yürekte çakmaya başlayan kıvılcımları.
Yürek çatal çatal,ateşlere tutuşur;kapıda cariye kızlar görünür.İçindeki günebakanların boynu bükülür.Şimdi bulut yüklü karamış yürekte yağmur başlar.

Meral OPRUKÇU

Bu yazı Denemeler ve Hikayeler kategorisine gönderilmiş ve , , ile etiketlenmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.