Emanetimsin Karacaahmet’e Kara Dayı…

Derin bir sessizlik ; korku dolmuş gözlere, nefesler tutulmuş ; ağır ağır gelen ayak sesleri duyuluyordu karanlığa bürünmüş, sisli İstanbul sokaklarında..
En işlek caddesinde iş tutturmuş, yıllardan beri hüküm sürer olmuş ; nesilden nesile anlatılır bir hayat hikayesinin baş rolünü oynuyor Cemil abi..
Karanlık dünyasının, yufka yürekli, sert görünümlü ağır abisi ; Cemil abi..
Siyah saçları, kulaklarının arkasına bir parçası atılmış, ensesini kapatıyor dalgalanmış biçimde..
Her sabah geçtiği zaman aynanın karşısına, önce uzun yaka gömleğini düzeltir, kirli sakalını tarar en sonda saçını sağa atarak, bir iki fıs sıkardı en güzel kokusunu üzerine..
Bıyıklarına özel ilgi gösterirdi Cemil abi ; badem yağıyla besler, tütün kokusuyla da renklendirirdi hilal bıyıklarını..
Tek çizgi olurdu her zaman gömleğinin ve İspanyol paça pantolonunun ütüsü..
Ne giydiğinden çok neyi attığındır üstünden ve O, geldiği yerin kılıfını çoktan çıkarmıştı bedeninden. Bilirdiki gideceği yeri geçirecekti üzerine, üzerinden..
Çıplak bedenini nasıl örtüsüne saracağını iyi bilirdi ağır abi ; gömleği ipektir, düğmeleri fildişi.. Pantolon ise çift dikiştir ; sağlam olur, yere dokunmaz, çoraba çıkmaz ; en zorunda da hayatını kurtaracak gizli bir cebi olurdu onun, bu şekilde giderdi her kavgaya..
Hayat serüveninin üniformasıydı onun şekli ve şemali..
Bakınca göz kamaştıran kol düğmeleri vardı onun; bakan herkes, anlardı bileğinin güçlü olduğunu..
Kemerini sıkı sıkıya bağlar, kapıdan dışarıya adımını öyle atardı ; şayet çivisi çıkmış bu dünyanın gevşekliğine emanet etmek bir ömrü, yakışı kalmazdı..
” Adam olan adamın ya kafası çalışır ya da bileği ” derdi her zaman..
Affı yoktur o yüzden haksızlığa hiç bir zaman, heleki damarına basılınca, dar ederdi hayatı karşı tarafa..
Şiir gibi hayatı vardı onun ; bakınca deniz mavisi gözlerine, anlardı insan nerde kaybettiğini kendini..
Okumasını bilene, roman gibiydi ağır abi..
Şayet O, en alevli zamanlarında tatmıştı çaresizliği..
Yıllar sonra vardı zenginliğin, şöhretin, ağalığın tadına..
Üç beş kolpaya bırakmazdı namını ; nam- ı diğer kara dayı..
Pek yaman olmuş sevgisi, aşkı ; anlatır kimi zaman, bir gecede düşmüş kalbine hayat kadını..
Yıllarca boğuşmuş ölüm tuzaklarıyla, vicdansız zorbalıklarla ; sevdiği kadını çıkarmak için battığı bu çukurda..
Mazisini açar aklına geldikçe çilingir sofrasında ; bi kaç duble sonra, gözlerde yaş, gönlünde kanaması dinmeyen bi yara..
Eşi, dostu, akranları derman olamadı yarasına ; merhemi kaybetmiş Cemil abi, aşkını aradığı kuyuda..
Sevdası, günahlanmış bi hayat olsada, ölümü alarak göze, ateşlere basa basa ilerledi davasında ; çünkü, çünkü iyi bilirdi kara dayı, kavuşamayan gönüllerde susmaz olur feryadı..
Şimdi ise Sultanahmet’ten, yankılanır bir sela sesi..
Kuşlar bi farklı uçar oldu ; musalla taşında göz yaşı döken yaşlı bir kedi..
Uğul uğul ulamaya başladı mahallenin sadık köpeği..
Düşman volta atar oldu sokaklarda ; bu gittiğinin bir belirtisi..
Demi kaçtı çayın ; soğudu ve acıdı sen gittiğinden beri..
Karaca Ahmet iyi baksın emanetime, toprak sevsin seni ; şayet sen karanlık gecelerin aydınlık abisi..
Vesselam

Furkan KOCABAŞ

Dinlemek İçin…

Bu yazı Denemeler ve Hikayeler kategorisine gönderilmiş ve , , , , ile etiketlenmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.